Ne Baktın Gözüm

3 Nisan 2010 Cumartesi

Kast Sistemi Açısından Zırva Reenkarnasyon İddiaları

Hintli amcalarimiz bundan yaklasik 2000 sene once kast sistemini boru gibi toplumun kafasina sokmus.
Kast sisteminde sosyal katmanlar uc asagi bes yukari su sekildedir. Din adamlari (alimler) , soylular, askerler,ciftciler, kasta dahil olmayan koleler (bos beles adamlar).

Bu kast sisteminin insanin ruhani dunyasina ordugu duvar ise reenkarnasyon. Yani insana oyle bir dunya gosteriliyor ki, 40 bin kere olsen dirilsen oldugun yerden bir adim yukari adim atamazsin, yerinde sayar ait oldugun kast sisteminin icine dogarsin ogretisi guduleniyor.

Bu bakis acisi ve sistematik ile hintli kardeslerimiz hatiri sayilir miktarda bosvermis, pasifist, kaderci, pespaye, ipimle kusagim sikimle tasagim insanlar olup cikiveriyorlar.

Garp mekaniginden ve tek duzeliginden sikilan mavi gozlu batili amcalarimiz da, sarkin mistisizmine yelken acarken dogunun perde arkasindaki sistematiginden kendilerini soyutlayip reenkarnasyondan olaya giriyorlar.

Neden? Cunku, batida olum gercek, dogal, hucresel ve son. Buna inanmak istemiyorlar, ya da gormemek istiyorlar. Bir yeniden dogayimcilik, bir oleyim de tekrar gelirimcilik, bir bu daha saylanmazkicilik aliyor bedeni gidiyor. insan bir rahatliyor.

Ve fakat lakin ama (ki bilincli yapilmis uyarici nitelikte tumce hatasidir), kast sisteminin manevi tamamlayicisi olan reenkarnasyonda gene ayni kasta doguyorsunuz.

Yani, su an ev hanimi olan bir fransizin daha onceki yasantisinda prenses olmasi, ya da Yorkshire'da kasap olan Adam Smith isimli ingilizin 2 onceki hayatinda asker olma ihtimali yok.

Ha bu kurulan sisteminde atlamalar yok mu? pek tabi ki var fakat bu atlamalar genelde bilgelige, yucelige yapilan atlamalar yani asagidan yukari atlamalar.

Bu da sisteme karsi cikabilecek olan zeki alt kast mensuplarini zaman icinde kastin yoneticisi olmasiini saglayarak muhtemel kendi dusmanindan koruyor.

Bir diger ornek ise budist ailelerin haneden Dalai Lama cikarma istegi ile Dalai Lama 'nin olumden itibaren Tibet'te, Nepal'de, Bhutan'da, Hindistan'da hane basina dusen seks sayisinin tavan yapmasi arasindaki korelasyon.

Nebile Nasıl Kurtulur?

Film isminden, sarki isminden araklamali baslik sahibi yazilar kumpanyasi gururla sunar.

Ozel Not: Yaziyi okursaniz ve elinizde sarki mevcutsa lutfen Mazhar Alanson - Firtinalar Estirirdim esliginde okuyunuz.
Linkini aradim ama bulamadim, boyle de duygusalim, boyle de emekciyim.

Nebile, henuz 15 yasinda. Ergenlik kilolarindan kurtulmak, sivilcesiz bir hayata merhaba demek, iphone alabilmek, toplum nezdinde (ozellikle Toygar'in nezdinde) sevilip sayilabilmek en buyuk kaygilari.

Nebile, ortaokul cay partilerinin yalniz kizi, fotograf karesinde dogum gunu pastasina en uzak durani, karsi cinsle dans ederken arasindan tren geceni, kareli etegine belinde 2 tur attiramayani.

Nebile, 15 defter olmus gunluklerinin bas kahramani, yalnizligini daha gencecik yasinda kaderine dantel gibi ilmek ilmek islemis, goz pinarlari gozunun ferinin yerini almis bir kiz.

Peki Nebile’yi mutsuz eden ne?

Yalnizligi mi, umutsuzlugu mu, her hangi bir kizdan farki olmamasina ragmen “buradayim, ben de varim” deme istegi mi, paylasamadiklarini yuceltmek ve kendine aitlestirmek mi?

Hayir degil.

Olaylar bundan tam 15 sene oncesine gidiyor. Besiktas nufus mudurlugunun o tozlu koridorlarina uzaniyor. Nebile’nin babasinin, nufus memuruna kizinin ismini “Nebile” olarak kaydettirmesine kadar gidiyor.

Zira,15 yasinda, kendine guvensiz bir ergensin, insanlara en cok yaklasma, en cok insan tanima firsatin oldugu zamanlar. Ve fakat karsidaki insanlarla su sekilde tanisiyorsun.

X : Merhaba. Toygar ben. Okul cikisi memelerinizi sikistirabilir miyim?
N: Merhaba . Ne bileyim ben.

“”Filmi Fin diye bitirmek Avrupa sinemasina mahsustur””

Ozel 2. Not : Dunyanin en yuzeysel esprisini yapmak icin giris kisminda Behlul’u Bihter’i oynatmak.

Serrefsizim son not : Gene usenmedim aradim feysbukta 325 Nebile var. Nebilecikler var.

Güldüren Kadınlar

Erkek milleti , arabesktir, acıdan ve acı çekmekten hoşlanır. Özellikle de aşk konusunda.
Günlerce geçtiği yolda beklemeli, en yakın arkadaşlarıyla meyhaneye gidip içip içip ondan bahsetmeli, kederlenmeli. Kafasında yücelttikçe yüceltmelidir içinde yaşattığı "o"nu.

En küçük diyaloglara, en büyük hayallerini yüklemeli düşler kurmalı, peşinden koşarken kendini kaybetmeli, içten içe ağlayarak kendini kaybetmeli.

Güldüren kadınlar ise erkek milleti tarafından hafif görülür, beklediği herşeyi biranda ve acı vermeden ellerine bırakmıştır. Aşkın arabeskliği kalmamıştır. Kazanılan mutluluk o kadar kolay gelmiştir ki güldüren kadın elde edilmemiş. Ele gelmiştir.

Kadınlar ve Torbalar

Kadinlari siniflandirmaya calisan buram buram testesteron kokan yazilardandir. "Hic deee bilekine" tepkisi veren ilk disiye kese kagidi armagan edilecektir.
(Cektir Sovyirdir hep can insanlar bunlar)

Yazim dili TRT’ye dandik belgesel ceken iletisim bolumu stajyerlerine ithaf edilmistir.
TRT belgeselcigilinin kadrajlarini da siz hayal ediverin.

--- spoilerin sonu ---

Gun gecmiyor ki, sokakta, isyerinde, evde, diskoda, plajda torbali kadin gormeye gorelim. Torbalar ve kadinlar her yerde. Modernlesmek adina hizlandirdigimiz hayatlarimizin bir parcasi, birbirini tamamlayana iki oge.

Kadinlarin en buyuk yardimcisi, evde katlayip ozenle sakladiklari torbalardan bahsedecegiz size. Uzeri baskili, naylondan, kartondan, islemeli, ipli tutacakli, sikirdayan, cabuk yirtilan… (uc nokta ve belgeselcilikte “es” uyumu)

Kadinlar ve torbalar birlikteliklerine gore 5 e ayrilir (ha asagida daha farkli bir rakama ulasilirsa montajda ativerin)

1-BIM logolu naylon torbali (genelde poset oluyor bu) kadin : Bu kadin paspal kadindir, elinin altina geliveren poseti kullanarak sokaga cikmaktan cekinmeyen, toplumun uzerine yukledigi sorumluluklara sirtini donen kadindir. Memesi ile sutyeni arasina koydugu sicak parayi esnafa vermekten kacinmayan kadindir. Torba takintisi yoktur, Islevselcildir. En cok goruldugu yerler semt pazarlari ve BIM onleridir. Corap , diz yapmis “asortman”, terlik kombinasyonudur.

2-Ipli karton torbali kadin : Bu kadin sinifi da kendi icinde, kagit torbanin uzerindeki markanin alinabilirligine gore siniflara ayrilir.

a-Aysun Yunculuk : Mesela buna benzer markalari uzerinde bulunduran torbayi tasiyan kadinlar, genellikle isinde gucunde ev hanimi ya da ilkokul fen bilgisi ogretmeni emeklisi kadinlardir. Yun koyarlar, sis koyarlar, misafirlikte giymek icin patik koyarlar, yakin gozlugu koyarlar. Genelde 4-5 tanesi bir arada gorulur, beraber bir yerden biryere gitme cabasi icinde dedikodu yaparak ilerlerler. Bu kadin da islevselcidir. Fakat ayni zamanda ipli karton torba tasidiklari icin islevde kalicilik ararlar. 83 model rugan ayakkabi, can etek, boncuk susleme dandik ince triko ve olmazsa olmaz mecli kisa sac vazgecilmezleridir. Halk arasinda teyze diye cagirilirlar.

b- Francois de Lucreaux : Bu isme benzer markalara ait torbalari tasiyan kadinlar ise B+ goruntulu C sosyoekonomik sinifina ait kadinlardir. Sokakta sanki bir yere yetisecekmis gibi hizli hizli yururler. Sanki herkes ona bakiyormus gibi davranmayi cok severken, goz ucuyla da ahaliyi keserler. Fume nylon corap, diz etrafi etek, topuklu ayakkabi ve gunes gozlugu tamamlayicisidir. Sol elinde torba varken sag eliyle taksi durdurmaya calisirken ya da torbayi gecirdigi sag dirsegininin eliyle telefonla konusurken gorulurler. Esnaf bu kadinlari arkadan kesmeye bayilir. O torbada genelde evden ise yemek kabi goturur.

3-Ekolojik mesaj iceren tobali kadin : Uzerinde “Go green”, geri donusum isareti olan ya da “Bugun cevre icin ne bok yedin” sloganli torbalara sahip kadinlardir. O torbalar 4-5 sene kullanilir, genellikle kagit ya da kumas torbalardir (ki mutlaka geri donusturulmustur) ya da, hani o bakkallarin biralari koydugu pis kokan siyah kalin posetler olur ya onun turevi naylon torbalardandir. Babet ayakkabi, cizgili kalin corap, kadife elbise giyerler, genelde parklarda kedi kopek severken gorulurler. Ugrak yerleri bisiklet ustu ya da ekolojik semt pazarlaridir. Sabun, mum falan yaparlar, lif orerler. Tatil yerinden tas toplarlar. Bol bol kitap, tütsü cikar o torbadan.

4-Torbasinin uzerinde yazan yaziyla ya da marka ile uyusmayan kadin : Iste bu kadin evlat sahibi kadindir, pratiktir, kendine oz guveni tamdir.Posetin yuzune bakmaz, derinligine bakar.

Muhtemelen cocuguna aldigi Lescon markali posetin, ne zaman alindigina, nereden alindigina ya da ne icerdigine dair bir fikri yokken en hesaplisini en fazla sayida taksitle aldigindan emindir. Posetinde biberon, sirt havlusu, talk pudra, temiz bez, suluk, kalemlik, defter tasir. Saginda solunda puset varsa, pusetin alt rafina yerlestirir posetini. En cok cuzdan calidran kadin tipi bu kadindir. Alisveris merkezlerinde polyester siyah pantolon / bluz / iskarpin ayakkabi kombinasyonu ile gorulebilir. Belediye otobusune puset cikarmaya calisirken yardim edilmelidir.

5-Tutacak yerinin rengi atmis torba tasiyan kadin : Bu kadinin en onemli ozellikleri avuc iclerinin cok terliyor olmasi, her gun torba ile cok yurumek zorunda kalmasidir. (sirf 5 kategori tamamlansin hem de komik bir kategori ile bitireyim de belgeseli kapatan beyaz disli kiz, yuzunde tebessumle TRT 2009 yazisina el sallasin diye yazdim ha)

Olacak O Kadar'ın Komik Olduğu Zamanlar

hiçbirşeyden habersiz, iki kere kaynatılmış mandıra sütümüzü içip, muşambaya sarılmış kumaşların içini bokladığımız günlerdi. kimse bizi tanıştırmamıştı darbeyle. gündüzleri mahalleden arkadaşlarla top oynayıp, akşamları kuzucuklar olup annemizin koynunda uyurduk. okulda gördüğümüz milli tarih ve milli coğrafya derslerini malkoçoğlu ve içinden uçak geçen tarihi filmlerle pekiştirirdik. televizyonu kapatmayı unutmamamız milli bir tınlama sesiyle bize bildirilirdi.

harçlık verirken sağ cebinden para çıkaran babamız ise yeni yeni tanıyordu elektrik faturasını, renkli televizyonun fiyatını, telefon bağlatmak için kaç gün gerektiğini ve çocuğunun verdiği parayla külah içine anca 3 top dondurma koydurabileceğini.

bir gün tombul ve gözlüklü bir amca çıktı meydana, yeniydi bu, renkli televizyon gibi renkliydi. anne babalar da görmemişti böyle birisini, diğerleri zaten kendi anne babalarınınkiydi. inandılar bu adama renkli televizyon gibi.

bizim de dünyamız değişti, seyrettiğimiz televizyon kanalları, dergiler arttı. mikasa toplar aldık, kiwili dondurma yedik ve bmx bisikletimiz pinokyodan daha güzel parlıyordu.

harçlığın yerini onbeşten onbeşe, hesaba para yatan banka kartları almıştı ve babamız koşan bir atın bankasına yatırıyordu birikimlerini dövize yüksek faizle, bazı arkadaşlarımızın babası birden zenginleşti, bmwler mercedesler aldı. mahalleden top oynadığımız arkadaşlar özel okula gitmeye başladı.

değişmiştik, zengileşiyorduk, değişiyorduk,fakirleşiyorduk. fakat hala göte göt denilmiyordu, birşeylerden hep korkuluyordu. belki de kaybetmekten korkuluyordu. gücü kaybetmekten.

insanlar da güce bağımlılıklarından gülmeyi unutmuşlardı, daha çok kazanmanın daha iyi yaşamanın yüceltildiği zamanlardı. sadece kazanamayanlara gülünürdü.

sonra o program başladı, kaybedenlerin neden kaybettiklerini göte göt diyerek gösteren
program. gücün getirdiklerini ve gücün götürdüklerini basit skeçlerle gösteren program. insanların aaaa eveti gülerek aradıkları ya da talihsizliklerinin nedenini bağlayabilecekleri program. gülmeyi izmir marşıyla gelip evet ya da hayır dememeye çalışanların tekelinden çıkaran program.

uzun yıllardır bulunmayan komiklikti, gerçeğin mübalasıydı ve "işte bu yüzden"e kaçabilmenin kolay yoluydu. biz de anlamaya başlamıştık birşeyleri ama komik yüzü daha ağır basıyordu, üstümüze gelen sınavla adam olabilme ve sıyrılıp hayatını kurtarma mecburiyetinden.

skeçlerdeki tipler yüzlerine gerçekleri söyleyemediğimiz annemiz babamız öğretmenimiz polis gibi gerçek tipler oluyordu. bir çeşit masturbasyondu ekran karşısında yaptığımız, eylemsiz bedenimize ruhumuzun boşalmasıydı.

"ne koydun lan kafana", "nişabürek", "asoşeytıt pres", "öpüjemppfh", "jet-ski", "ben saadettin teksoy sokarım" günlük jargonumuz olmuştu. her an bunların taklidini yapıyorduk ve büyüyorduk. ama sıkılmıştık mesaj kaygılı tematik çalışmalardan ve dünyanın sadece avrupaya at başı gibi uzanan türkiye den ibaret olmadığını.

anne babamız da sıkılmıştı kendi odalarına aldıkları televizyonla gene kendilerini bulabildikleri mahalle şenlikli dizileri yaşamak istedikleri latin soslu aşk dizilerini hallerine şükretmek istedikleri kanlı reality showları izlediler.

ve biz gülmeye başladık dünyayı kurtaran adama gülmeyi yeniden öğrenirken, olacak o kadarın komik olduğu en son zamanlar

Cehenneme Orta Öğretim Başarı Puanı Yüzünden Atılmak

Allah, din, kitap üçgeninde dinin tanımını ve uygulamalarını kitapla standardize eden tanrı, Kafirun Suresi Ayet 6 da demiş ki; "Leküm diniküm veliyedin" Zekeriya Beyaz tadında çevirisini yaparsak "Benim yolum bana senin yolun sana" diyebiliriz. O kadar kısa şey nasıl bu kadar uzuyor derseniz kaynak göstermeden internetin yalancısıyım, musaf çarpsın derim. Mutaf vardı bi de doktordu şarkı söylüyordu.

Tanrı ya da madem islamdan bakıyoruz, Allah dini bir yol olarak tanımlıyor. Bu yol hayatta tutulan, izlenilen yol anlamına geliyor, da der bazı fıkıh alimleri.

Netice itibariyle, yaşanan islam anlayışının çıkmazı bu noktada doğuyor. Yaşantı tarzının standardize edildiği yanılgısının karşısına "Leküm diniküm veliyedin" gibi örnekler konabiliyor.

Ucundan acık düşünebilen genç insanlar olarak ve de "gel yavrum sana güzel dinimiz islamı öğreteyim diyecek" kadar vakti ya da beyin kapasitesi kalmamış, köyden kente geçişini tamamlayamamış ebeveynlere sahip olarak ikilemde kalabiliyoruz.

Karşı noktada karşımıza sakallı, somurtkan, nalınlı ve de sünet çocuğu elbisesi giyen her şeye "decci meccal" gözüyle yaklaşan adamlar geliyor aklımıza din deyince. Anlatmak istediğimin anlaşıldığını düşündüğüm için paragrafı uzatmıyorum.

Avrupa ve Amerika'ya bakıyor gibi yapıyoruz. Dinin modernliği, bakış açısı ıvır zıvır, kıl tüy yün. Adamlarda da mormonlar, amish people, evangelistler, ortodokslar ve dahi israil gibi şeriat devleti olması gerçeklerine sırt dönüp, dayatmacılıktan uzak olduklarından dem vurabiliyoruz.

Cennet ve cehennem yargılama sisteminde de, standardize edilenin yorumlanmasında bazı problemler çıkıyor karşımıza.

Okuma yazma bilemeyen, IQ seviyesi düşük, hayatında köyünden çıkmamış bir çobanın, bir kuzunun ayağındaki dikeni çıkartması mı daha sevaptır, yoksa oxfordlarda mba yapmış, paranın gani olduğu bir ailede jaguarlarda büyümüş bir dünya insanının 4 tane okul, 25 cami ve hergün 500 kişi doyurması mı daha sevaptır.

Bunun belli bir katsayısı ya da Orta Öğretim Başarı Puanı gibi hedesi olmadığından hesap kitap işleri Münker ve Nekir'e bırakılmış islamda.

Konuyu da toparlayıp son paragrafa girerken, insan ruhuna en büyük huzuru ve acıyı vicdan verir. Vicdan dünyada menfaat, çıkar, para vb. gibi harbiden dünyevi kavramlarla kirletildiği için saf bir vicdanla kendimizi yargılayabilmek için ölmeyi bekleyeceğiz. O zaman çobanla, iş adamı bir sayılabilecek derken... Bir başka Gönül Gözü programında buluşmak üzere. Haftaya konuğumuz ve konumuz "Mercan Dede İskandinavyanın postmodern sufist mesihi mi?"

Yüksekçe Bir Yere Çıkıp Alkol Tüketme İsteği

Bu ne biçim maneviyattir, nasil bir hislenmedir arkadas.
Amelesinden tut, doçentine kadar bu topraklarin (Nihat Genc'i buradan bizatihi yalarim) yuksekce yerleri kutu biranin son damlasina doydu, gece yarilarinda.

Ne zaman bok gibi hissetse, pipisi olan en az iki insan, tasimasi kolay olsun diye kutu bira alir, manzaraya vakif yuksekce bir yerde alkol tuketir.

Hava soguksa eger farlari acik, ici duman dolmus beyaz sahin icinde Orhan Baba eslik eder, hava soguk degilse circir yapan tasin ustunde icilir biralar ve havanin soguk olmama durumu bet sesin gecenin karanligini yirtacagina delalettir.

Deniz kenari gibi, yuksekce yer bulunamayan yazlik beldelerinde, iskele ya da denize paralel kayalar ayni vazifeyi gorur. Ya da koyluk yer ise, mutlaka bir koruluk/mesirelik mevcuttur , icinden su cikan. Hic bulamadin en az bir bira kasasi altinda yuksekte hissetmek icin.

Erkek erkege hislenilir. Patrona, sevgiliye, ana babaya, sisteme kufredilir.

Yuksekce yerin gizemi sanirim ki, ne psikologum ne antropolog, daha guclu hissetme, yalnizlasmanin icselligi ile ilintilidir. kuyu icinde icen insan kendini daha gucsuz ve herkes kendine bakiyor gibi hissediyordur. Denemek gerek.

Konuyla ilgili animiz kosesinde ise bizi 1999 senesinin Temmuzu, "kari kiz dusururuz lan Sarimsakli sahillerinde, ne guzel olur" adli calismamiz karsiliyor.

Sevgilisinden yeni ayrilmis adamla cikilan tatilde, butun kizlar adama Burcu'yu animsatir. hal boyle olunca "memegotmemegot" diye dolasamaz refakatci. Zira ayni meme ve got Burcu'yu animsatirsa hic de hos olmayan enstantanelerin basrol oyuncusu olunabilir.

Erkek hislenmesi tavan yapinca, mecburen saat 21:30 sularinda bakkaldan 8 kirmizi tuborg alinip iskeleye oturulur. Pacalar sivanir, denizin dalgalari ayaklari ufaktan yalar. Ferzan Ozpetek'in ipneli filmleri romantizmi yaratilir adeta.
Saat 02:30 a kadar da bakkala 3 defa daha ugranir. Mutemadiyen iskeleden isenir. 150 defa Burcu'lu hikaye dinlenir, bunlarin 50 tanesi aynidir ama erkek hislenmesinde bozuntuya verilmez. 250 defa Ferdi Tayfur'un "Sabahci Kahvesi" isimli guzide eseri seslendirilir. (Sozleri icin lutfen en asagiya bakiniz, ki 10 senedir dinlemisligim yoktur, hala hatirlarim) Hafizaya alinir, atilir
Gece denize dusulerek noktalanir. Ayilinir.

Demek ki yuksekce yer gercekten alkolun etkisini artirir. Cikiniz cikariniz efenim erkek erkege.

Sabahci Kahvesi

Sen ruyalar aleminde
Yeni asklar hevesinde
Bense yine uykusuzum
Bir sabahci kahvesinde
Sevgilim sevgilim
Bak yine safak sokuyor

Giden Kız

Giden kiz nedir?

Giden kiz, alinganlik yapmis, sinirlenmis, kusmus, kirgin, cani yanmis kizdir ve sifatindan da anlasilacagi gibi gidiyordur.

Bu kiz nereye gider?

Cani yandigi icin olay mahallinin ters yonune gider. Amaci bir an once uzaklasmak, yolda yururken daha cok sinirlenmektir. Belli gittigi bir yer olmadigindan sadece gider.

Bu kiz neden gider?

Olaya ya da insana tepki koymasi gerekir. En azindan hisseder. Fakat koyacagi tepkinin yetersizligini onceden tahminleyebildigi icin, koyabilecegi en buyuk tepkinin gitmek oldugunu bilir. Bir baska neden de kendine verilen degeri, hem kendine hem de olayla ilgisi olmayan insanlara ispat etme kaygisidir.

Giden kizin cantasinda neler olmalidir?

Mutlaka telefon, zira giden kiz olay sonrasinda durumunu paylasmak ister. Goygoycu ister, yagadanlik ister. Cikarir telefonunu gidebildigi yere kadar arkadaslariyla konusur.
Ayni telefon ertesi gun olayla ilgili firca ve sorgulama cihazi olarak kullanilir.

Sigara. Giden kizlar ayni zamanda yururken sigara icemeyen kizlar olduklarindan yorulduklarinda sigara icebilirler. Sakinlestirir.

Geri donus baglaci. Olur da sakinlesirlerse, kustukleri kisiye geri donmelerini saglayan karsidaki kisiye ait alet edevattir. Araba anahtari olur, cakmak olur, prezervatif olur.

Giden Kiza Yapilmasi Gerekenler

I - Gitmesi isteniyorsa

a: Cebine para konur, taksiye bindirilir. Telefon kapatilir. Ya da aramasina cevap verilmez.
b: Pesinden gidilir

II - Gitmesi istenmiyorsa

a : Ondan once telefonla Ceren, Eda gibi isimlere sahip insanlar aranir. Bekleyin ben geliyorum yaniniza denir.
b : Ilgilenilmez, geri doner.

Yazarin ozel notu : Giden kiz pistir. Pesinden gelinmesini ister, kadin kaprisidir. Yarini bok eder. 2-3 kez ayni hareketin tekrari kizin ekspresliginin delaletidir. Kizin da dalaletidir.

Fatih Kısaparmak'ın Kızı Hüznü

Once bu resme doyasiya baktin mi ey okuyucu. Icinde bildircinlarin, kekliklerin oynastigi, rengi ruzgara gore kizillasan kara basaklar gozunun onune geldi mi? Bu ruzgarda ne zordur, Fatih Kisaparmak'in kizi olmak.

Her seyden once sevgi insani olacaksin, sana tokat atana sen diger yanagini doneceksin. Kucuge sevgi, buyuge saygi, yasitina hosgorulu olacaksin. Yolda tas gorsen uc kere opup kenara gotureceksin. Egri dali olmayan yayvan agaclar gibi olacaksin, icinde babanin ahbabi keklikler sakiyacak. Keklik sana konmak istediginde kendiliginden egeceksin dumduz dalini.

Dunya halklarini kardes, tum insanlari dost bileceksin, yardim elin o kadar kisa olacak ki, elini uzattiginda butun insanlar zaten cevrende olacak. Inlemeleri gulusmelere donusturen kalbinin sesini dinleyecek kadar derinlerde olacak kulagin, ki soylenene aldirmadan sadece kalbini dinleyeceksin .

Guclu ile gucsuz, zengin ile fakir bir olacak senin icin. Insana ait sifatlarin hepsi "bir" olacak. Senin icin herkes bir insan olacak, senin icin bir insana bakacak.

Kendinden sakladigin tevazun, elinin gitmedigi gorgun, herkese gosterdigin adabin, insan olan herkes muhattabin olacak. Selam almadigin cehre, gunese kapadigin perde, suyunu vermedigin fidan, kapini acmadigin insan olmayacak...

Yok lan aslinda 1-0 yenik baslarsin hayata;
- 3 gunde bir agdaciya gitmek zorundasin
- iki kasinin ortasi hep kirmizi dolasacaksin
- her aksam evde timbir timbir baban bir seyler calacak
- emo olamazsin, gotik olamazsin, repci hic olamazsin
- bayramlarda hayatin hep anadolu'da yayik ayran icerek gececek
- arkadaslarin hep soyadinla dalga gececek
- aile icinde muhtemel lakabin, kilim ya da nar tanem, nur tanem gibi bir sey olacak seni hep boyle sevecekler
- ne sagci olacaksin ne solcu, her seye tamam diyeceksin
- teninin kokusu koyun yunu ile gul suyu arasinda olacak
- mutlaka insan sevgisi asilayacaklar, seri katil olamayacaksin

- ayrica okuyunuz
""http://www.thy.com/tr-TR/corporate/skylife/article.aspx?mkl=113""

ortak paydalarda OBEB'i aramakla gececek omrun

Düğün Biterken Misafirlerin Hep Bir Ağızdan Hüzünlü Şarkı Söyleme Geleneği

Yazili olmayan bir gelenektir efendim bu.

Soyle ki, gece boyu altinlar havada ucusmus, ayaklar sismis, ayakkabilar firlatilmis, kravatlar cebe konulmus, alliklar rimeller artik akmaktan bilektedir.

Cekilebilecek tum halaylar, 2 grup icice ters yonde donen, ic anadolu halayi, dogu halayi, psikopat halayi, inmeli kalkmali halay, cekilip bitirilmisken bu gelenek baslar.

Genelde baslatici, erkek tarafindandir. Yillarca bunu pohpohlamislardir "aman senin sesin ne de guzel pek de guzel" diye. Rakiya da duskunce bir amcamizdir, ki o gece de bir 70ligi tek basina bitirdigi zanni icerisinde sarkisina girizgah yapar.

"Bu aksam butun meyhanelerini dolastim Istanbul'un".
Bu klasik baslangic sarkisidir. TSM'nin ve meyhane sarkilarinin bokunun cikarilacaginin, "hadi bi hafta fasila gidelim" deyip deyip bir turlu gidemeyen dugun insanciklarinin " are you ready" sarkisidir.

Ulan dugune mi geldin, karin siyanur icip oldu de icmeye mi geldin be adam. Huzun yeri degil, sozun yeri degil dugun lan burasi.

Sarki biter, ama bittigiyle kalmaz. Bu adamin karisi ya da gene es dost arasindan ara gazci birisi "Muhittin, Eski Dostlar, Eski Dostlar" diye gaz verip rakiyi havaya kaldirir.

O gazla Muhittin olmustur artik Munir Nurettin.

Dugunde sona kalan herkes bir masaya toplanip sarki soylemeye baslar. "Seni ben ellerin olsun diye mi sevdim" - "Nihansin Dideden" - "Gozlerin bir icim su" - "Dilek Cesmesi" - "Bu gece bizim gecemiz" - "Ayaz Geceler" - "Istanbul sokaklari" ....

Olayin magduru ise haliyle gelin ve damattir, "ulan biz de bir gun boyle mi olacagiz" kaygisi ile libidonun gerektirdigi kizginlik arasinda gelip gitmeler hem gecenin performansini hem de evliligin kutsalligini azaltir.

Dugun kasetini tekrar tekrar izlerlerken Mukadder hala "Muhittin'in sesi de pek guzel masallah" der. Sahne kapanir.

Kır Düğünü Modernizmi

Sanirim ki 2000li yillarin basinda baladi, "kir dugunu yapiyoruz hayatim"cilik.

Haftada iki kez kesilmis suni cim ve goletin yanina serpistirilmis masa ve sandalyeler, masa ve sandalyeleri kaplayan 3. sinif beyaz saten ve dandik kirmizi kurdelalar.Ne bok oldugu belli olmayan, kanepeler ve ellerinde sarap kadehlerini gene dandik beyaz saten kapli tepsiyle servis eden dagiticilari.

Kadinlar sik sikirdim, fonlu ve bol miktarda fondotenli, erkekler janti kravat mecburi, ceket giymeyen okuz.

Calan muzik hafif latin, hafif hafif bati ama illaki balladlar, aryalar, yaslilar da eglensin diye portofinodan besame muchoya.

Neymis dogayla ic ice, yemyesilin en derininde, dogal ve basit bir kir dugunu.

Nah sayin okuyucu nah.

Birincisi bizim kirlarimiz cimle kapli degil. Iskocya mi lan burasi, bildigin kurumus sari ot, sagdan soldan ayrik yesilligi.
Mutlaka bir kosesinde olmali at, esek pisligi.

Ikincisi kanepe ne lan, etli olur dugun yemegi ve muhakkak bir corbayla baslar menu. Okuz doyuran kazanlarinda, gene kirda piser taze taze.

Ucuncusu, sus geline ve damada birakilir. Abartilmaz, hayat akar gider, ozel gun gelinin ve damadindir. Yarin yapilacak cok is, aksamdan islatilacak cok yufka vardir.

Dorduncusu, muzik canlidir, zurnacisi, davulcusu vardir. Dugune gelenlerin moduna gore ses versin diye onceden planlanmaz.

9 yasimda gitmistim ilk kir dugunune ve gene sanirim koyun muhtarinin 4 kizdan sonraki tek oglunun dugunuydu.

Yeni Raki logolu kamyonet rakilari getirdi, 25 buzdolabi kuruluydu kirda surekli soguk su ve buz bulunsun diye, 12 kazan yemek pisiyordu cesit cesit ve pisirenler es, dost, akrabaydi.

Kir alabildigine tahta masa ve ahsap sandalyeydi. Duyan gunluk kiyafetiyle gelip yemegini yiyip, tebrik ediyordu. ıcki masalari ayri, yemek masalari ayriydi.

Ayrica icki masalarina yakin duran 3 izgaraci vardi. Kofteci, sucukcu, bonfile izgaracisi. Yemek isteyen tabagina doldurup masasina getiriyordu.

4 farkli yerde calgicilar vardi, biri gelin aglatan, digeri halay cektiren, oburu rakiya calan, sonuncusu gobek attiran.

Gelen koylunun atini bagladigi yerde bile saman vardi, yonca vardi, yalak vardi.

Dogaldi lan esekler de insan gibi yiyip icip siciyordu, insanlar da esek gibi yiyip icip siciyordu. Kanepedeki kalori miktarinidan bahsetmektense, buna ayrilacak zaman, buz gibi raki kadehinin cevresinde toplanip asagiya suzulen su damlasinin, bardagin dibine ulasmasina kadar cekilen halayda kalori olarak geri veriliyordu.

Eş Dost Düğünlerinde Kendini Teoman Gibi Hissetmek

Hayatta mutlaka gidilmesi gereken dugunler vardir. Bu dugunlerin basinda insanin esinin ve kendinin dugunu gelir, mamafih konumuz bu degil.

Konumuz sosyal baskinin insana takim elbise giyme, "hic degilse bir gomlek-kumas pantolon-kravat" kombinasyonu ile "bak ben sana deger verdim de giyindim" zorunluluguna soktugu dugunler olan es dost dugunleridir. Alt komsu Raziye teyze, yazliktan Hidir amca, annenin teyze kizinin kizi...

Bu insanlarla derinlemesine olmasa da sosyal etkilesimimiz vardir. Pazardan donen teyzenin torbalarini tasimisligimiz, yazlikta misafirliklerine gelen kizlara sarkmisligimiz mutlaka vardir ve olacaktir. Kendi diyalogumuzdan ziyade, bu insanlarin ana baba nezdinde itibari dugune tesrif etmeyi farz haline getirir.

"Aaaa senin kucuk oglan gelmedi mi?" soru cumlesiyle yuz yuze gelmek istemeyen ebeveyn, takimi utuler, tras bicagi ile jeli sabahtan kalma oglanin odasina, mahsustan cikarilan gurultuler esliginde oglene dogru koyar.

Oglan "noluyuooeee yaaa" modunda uyandigi icin, poposundaki Raziye ve Hidir isimli sinekler hala saz calmaktadir.Kibarca falancanin dugunune gidilmesi gerekildigi, gerekli butun esyalarin, ceyrek altin da dahil olmak uzere, temin edildigi hatirlatilip oglan banyoya sevk edilir.

"Ben kotla gitsem olmaz mi?" soru cumlesi, daha ziyade denemesi, nafile tecrube oldugundan mirilti seklinde dile getirilir, 10 dakika sessizlik akabinde sike sike banyoya gidilir.

Peder denilmesinden muzdarip olan ebeveyn, banyo yolunda oglana kirmizi kurdela verip "al kizim dugunde sacina takarsin" latifesiyle saclara gonderme yapar. Anne rolundeki ebeveyn " alemsin Muharrem" der ve uzerinde mutlaka dandik tas isleme olan bluzlarini denemeye koyulur.

Isin en boktan yani tras asamasidir.Jilet gormeyi unutmus surat mutlaka kesilir, bir favori digerinden uzun, sakallarin cizgisi sapmis sekilde banyodan cikilir. Cikis aninda peder, haci misi kivamindaki kolonyasini ayalarindan surata boca eder. Yuz yikanir, koku gitmez, kesikler yanar, surat kizarir, koku gitmez.

Giyinme faslinda, kullanma aliskanligi olmadigindan gote egreti duran pantolon, yakalari birlesmeyen gomlek, orta 2 cocugu baglama stiliyle hafif yana kaymis kravat, oglanin sifatini sanki onceden death metalciymis de Fethullah Gulen sayesinde islama donmeye calisan adam sifatina sokar.

Dugun salonuna varildiginda oglan kliselerin icinde bulur kendini.

i-Masa vaziyet plani cikaran dugun sahibi bu cocuk 25 yasinda ben bunun yanina akrani olan, muhabbet edebilecegi cillop gibi bir kiz koyayim demez de, Afyon'dan eltisinin kayinvalidesini oturtur. Oglan neneye ne sorsun, camislar iyi mi kaymak nasil? Nene anlamaz,zira duymaz iki de bir dislerini cikartir takar, torununa munasip kizlarin once yuzugu var mi diye bakar sonra popolarina bakar

ii-Eş dost muhafazakar ise kristal kola icilir, hic bir icki sokulmaz. Ama mekani bilen ve es-dosta daha yakin gencler masa altlarindan demlenir. Oglan neneyle kristal kolayi tokusturur yeri, gelirse kol arasi kola icirme varyasyonlarina girer. Nene gegirir.

iii-Oglanin evveliyatini taniyan, lakin oglanin evveliyatinda kendi bilincinde olmamasindan dolayi (0-4 yaslar) taninmayan 1.50-1.55 boylarindaki teyzelerin eli opulur. Teyzeler de onlerinde oglani egilterek "Kemal mi bu, yok yok, Nihat yok yok o da degil, Felisus bu" diye kafayi oksarlar. Ebeveynler kafa sallar siritirlar. "Muhendis oldu teyzesi Cambridge'ten mezun oldu, temmuzda UCLA'ya mastera gidiyor" seklinde hava atarlar. Teyzeler "eyi, eyi" diyerek deli avutma cevabi verirler.

iv-"Kaldirsana Mustafa amcanin kizini dansa" israri. Dogal olarak baslarda gelen giden iyice bir yerine otursun ve dugun salonumuzun da ne kadar elit oldugunu gosterelim suuruyla, piyanist santor "bessame mucho" -" i found my love in portofino" - "strangers in the night" gibi ne kadar slow parca varsa calmaya baslarlar. Ebeveynin flort edilmesinde israrkes oldugu Mustafa amcanin dansa kaldirilmasindaki lobi faaliyeti bu sarkilar esliginde yogunlasir. "bu sene tibbiyeyi bitiriyormus" - "iki yabanci dili var" - "masallah boylu poslu kiz"....

Hadi kor olsak neneyi kaktiracaklar lan. Kiz biyikli, kekeliyor, 1,75 boy var kilo da neredeyse esdeger. "yatakta nasilmis" diye soramiyor oglan. "eyi eyi" diye gecistiriyor.

v-Tabak degistirme frekansinin hizina yetisemeden ac kalmak da cabasi. Zira garson kardeslerimiz ne kadar hizli pasta asamasina gecersek o kadar erken sittirir gideriz bilinciyle hizmet verdiklerinden, tabaktakilerin yarisini yemeye vakit kalmaz. Ustune ustluk nene " ben yiyemedim disim kesmiyor, sen gencsin eritirsin" diye yarisini disledigi salatalik parcasini tabaga kaktirmaya calisir.

vi-Damatla gelin danslarini ifa ettikten sonra, pistin boku cikar. Once Ankarali olan kizin akrabalari piste yigilip ankara havalarinda gobek atarlar. Sonra Aydinli olan damadin akrabalari uzun uzun zeybek oynarlar. Tam heveslerini aldi oh be denilen anda, piyanist-santore nifak tohumlari serpen Ankarali gorumce bir 20 TL lik karsiliginda "Fidayda" caldirir, Aydinli dmaat dayisi ellilik atar birden Bitez yalisi gorunur.

Nene seslenir "Oglum sen oynamayi bilmiyor musun?". Neneye kibarca "Ben bu muzikleri pek sevmiyorum" yaniti verilir. Nene "Sen beni gencligimde gorecektin, keklik gibi sekerdim dugunlerde" deyiverince masadan kalkilir.

Yolda kesin bir es-dost daha koldan tutar, zorla halaya sokar, yorulan halay mensuplari bir bir halaydan ayrilirken oglan kendini, elinde beyaz mendille etraflarinda acisal hizlari pi/sn olan 4 mahalle delikanlisinin halay basi olarak bulur. Nenenin yani, yedek klubesinin yollari gorunur.

vii-Son duzluk, taki merasimi, dugun fotografi.Suradan siyrilayim da disarida sigara icerim dusuncesi, nenenin "evladim benim siyatigim azdi takiya kadar koluna gireyim mi" onermesiyle suya duser. Neneyi biraksan ebeveyn kizar. Kola girilir en son nenenin olmak uzere 500 davetlinin yaladigi damat ve gelin suratina yanak surulur. Zira nenenin siyatigi oglani sira sonuncusu yapmistir. nene - gelin- damat- felisus 4 lusu hatira fotografi cektirir.

viii-Son duzluk degilmis, gencler eglensin fasli. Ebeveynler israr eder "Aaa bak gencler eglenceye gideceklermis sen de gitsene, genc genc eglenirsiniz". Bu hataya 1 kez dusulur. Zira eglence mekani mutemadiyen "sen beni oldurcen mi guldurcen mi canim" ya da "seytan diyorki yanas suna" calan kucuk mafya eglence yeridir.

Bunlarin hepsi mutlaka tecrube edilmelidir. Sosyal yasantinin gereklilikleri ister istemez oglani gerekliliklerin icine sokar zira Hidir amcalara seneye de misafir kiz gelecektir, Raziye teyze mutlaka pazardan aldigi zerzavatla bir seyler pisirip "al oglum ye, bunlari sen tasidin" deyip odullendirecektir.

Hayat devam ediyor.Bir sarkininda isaret ettigi gibi gecse de yolumuz bozkirlardan denizlere cikar sokaklar.

Yani diyor ki, bugun neneyle idare et ki, yarin yazlikta misafir citirlara sirayet edebilesin.

Serdar Ortaç Mayıs Sıkıntısı

sin hacminin degisikligi nedeniyle haddinden fazla gec yazilmis bir yazi olsa da...

Eda Taspinarin selulitlerini,Antalya'ya gelen rus turistlerin memelerini, Hande Ataizi'nin bikinisi yeni yeni gormeye basladigimiz su gunlerde, hala goruntulerin arkasindan calinmak uzere yeni bir Serdar Ortac sarkisi dinleyebilmis degilim.

Yakin fraksiyonlu arkadaslari olan Hande Yener ve Kenan Dogulu coktan yazlik albumlerini cikarip Cesme'nin girisine astilar. Kaynasalim, koklasalim, oynasalim, gomuselim temali sarkilariyla yaza gene damgalarini vurup, kopuk partilerinin izolasyonu esliginde dinlecek kivama geldiler.

Oysa Serdarcigim mayis sikintisini uzerinden atip hazirana bomba gibi giris yapmaliydi. Gunlerden 13 oldu, cekik gozlerine, ince kaslarina, yaglanmis zenci danscilarina, serseriyim ama gonul adamiyim, cok kari gordum birini sevdim pozlarina hasret kaldim.

At mayis sikintini uzerinden Serdarim...

Paralel Evren Senaryo Kısırlığına Can Suyudur

Gun gecmiyor ki, icinde paralel evren konusu bulundurmayan dizi & film bulunmaya gorsun. Senaryo sikistikca karsimiza paralel evrende seyahat , zamanin aslinda tek nokta oldugu ya da hic bilemedin gecmis ve gelecekte gidip gelmeler cikiyor.

Yillar ilerledikce de bilinclenen izleyici sayesinde zamanda yolculugun ya da paralel evrenin tanimlamasi senaryoda dar kapsam da kalmiyor, aksine yeni teoremlere dayali sekilde detaylandiriliyor.

Dar kapsama ornek olarak, adini simdi hatirlayamayacagim bir dizide, 90 li yillar, adam zaman icinde yolculuk yapip olaylari olmasi gereken hale getiriyordu. Zaman icindeki karakterin sekline girip, atraksiyondan atraksiyona kosuyordu. Bir gun boksor olup final macini kazaniyor, diger gun Arabistan'da casus oluyor ertesi gun dahi oluyordu. Verilen gorevi yerine getirip, hemen zaman icinde yolculuguna koyulup yeni goreve "varim" diyordu.

Paralel evren klisesini en zottirik irdeleyen film ise Stargate idi sanirim. Sumer mitolojisinin resimlerine bakip cekilen filmde, Enki atom bombasiyla oldurulup, Miami'ye geri donup mojito iciyorlardi.

En son kliseci Lost oldu gordugum kadariyla, artik adanin boku ciktigindan mutevellit o paralel senin bu paralel benim fink atiyor deyyuslar.

Paralel evren,senaryo yazarina en guzel kiyaktir. Geriye donuk tekstleri soyle bir oku, uzerinden gec, sicip sivadigin noktalar varsa acikta kalmis bosluklar varsa, gonder oyunculari paralel evrene. Boylece izleyici "ulan senaryoya bak, taaa nerlere baglanti kuruyorlar, ospu cocuklari " desin hem de zamaninda yalap sap yazdigin bolumleri temize cek, piksel piksel detay gibi olsun.

Marty McFly gelse de dansetsek diye bitirirken, o ucan kaykaya hastaydim lan ben. Yil oldu 2009 en son gelebildigim nokta ginger, arada da elektronlari protonlari falan carpistiriyoruz.

Paralel evrenden tekel birasi + samsun 216 almaya gidiyorum ben.

İstanbul Miyavlıyor

Girisimci bir kardesimizin Cinli bir baska girisimci kardesimize "hocam sunlardan 3 konteyner CIF Haydarpasa" talimatiyla basliyor hikaye.

Zevk sahibi olmayan fakat fonksiyonellik bilinciyle yola cikip fiyat dusurecegim diye zottirik cozumler ureten o 150 cm ebadindaki abilerin konsimento belgesine imza atmasiyla birlikte, Istanbul'un miyavlamasina tam 35 gun kalmisti.

"Ulan buraya kadar deep impact ya da ne bileyim bir armageddon tadinda baslattik hikayeyi ama ilerleyen kisimlar tirt olabilir"

Sabah 7 de kalkip ise gidiyorum, naif insanim hassas insanim, nerde kedi miyavlamasi duysam doner bakarim, noluyor bi salak kaportaya mi sikisti, mevsimin yeni picleri mi dogdu, bi tanesi ac mi diye. Sabahin 7si lan daha, gene ayni nereden geldigi belli olmayan miyavlama sesi. mal mal bakiyorum etrafa.

Gecenin 3u kafam bidunya, gene kedi miyavliyor ayni kedi, elimdeki dürümün son lokmasini sakliyorum hayvana, elinden tutup iskembeciye goturesim var istiklalin arka sokaklarinda ama kedi yok.

Metrodan cikiyorum sokaga gene ayni kedi, gene ayni sekilde miyavliyor. Gene bulamiyorum, bir turlu kedi yok.

Eve geliyorum, bizim evde de ayni ses. Ve bizim kedi bir pelus oyuncagi becermeye calisiyor. Kedi gene ayni duygusuz sekilde miyavliyor.

Elime aliyorum (bizim kedininkini degil pelusu). Inceliyorum, bu ne zevksizlik bu ne madrabazlik. Made in PRC yazmislar bir de inceden Cin oldugu belli olmasin diye. kulagi gozu kasi kirpigi cok cirkin kedi lan bu. Bizim kedi sirtina attiriyor. Tiksindim pelus oyuncaktan. Hala miyavliyor.

3 konteyner dagilmis istanbula bu kediden, tanesi 5 TL den butun kaldirimlarda, Ayasofya'da miyavliyor, Ortakoyde cami dibinde, Istanbul modern girisinde, Karakoy kerane tatlicisinin dibinde, Bebek kahvede.

Yer, zaman, mekan, sosyal sinif tanimadan miyavliyor bu kedi. 13 milyonluk hayatimizin en buyuk ortak kesisim kumesi gibi.

Ikarus'un Düşüşü

Simdi efendim populer sanat tarihi kismimizda, hazir blog yazacak vakit de bulabilmisken, Pieter Bruegel abimizin "Ikarus'un Dususu" adli, "Manzara ve Ikarus'un Dususu" de olabilir, tablosunu inceleyecegiz.

Sizden ricam yukaridaki resme tekrar bakmaniz, eger ben bir kez daha bakarim arkadas derseniz 5 defa bakiniz sonra bu satiri geciniz asagidan devam ediniz.

Ikarus malumaliniz, balmumundan kanat yaparaktan gunese ucmaya calisan saf salak bir germen evladi. Gunese yaklastikca balmumu eriyor ve kanat manat kalmiyor. Ikarus dusuyor.

Tablo ile Ikarus'un ne akalasi var di mi len aslinda, adam okuzunu almis cift suruyor, coban koyun guduyor, gemiler geciyor, gunes batiyor. Tam bir manzara, sanki Teoman'a klip cekiyoruz, "sen gecerken sahilden sessizce"

Yanilgi bu noktada basliyor degerli sanat dostlari, Ikarus coktan dusmus sag altta bacaklarini cirpiyor. Adam bildigin cakilmis 1 saniye once.

Peki hayat da Ikarus da olsa Ikarus'la cakilmis mi? Ikarus'un dususu hayatin akisini degistirmis mi? Yok, bu noktada derin bir "cııık" cektiginizi goruyorum.

Yani neymis, herkesin trajedisi kendineymis, Ikarus da dusse.

Yasasin islevsel sanat. Yasasin Bruegel yasasin Rembrandt diyerek bitiriyoruz. Yarin ki konugumuz Ali Riza Binboga ve Yarınlar Bizim

Barda Nescafe İçme Karizması

abidik gubidik zamanlarda, akşam bara gitmenin özenilecek bir durum ya da ambians olduğunun düşünüldüğü zamanlarda rastlanır bu tip insanlara.

garsona sert bir şekilde " bir bira" diyen,oranj t-shirtli, düşük bel pantolonlu, zincirli, çengelli iğneli, saçları diken diken, kanı damarlarında durmayan genç insanın karşısında beyaz fincanı ile tabağının arasında peçete bulunan ve peçetenin yanında bitter çikolata bulunan nescafe bulunmaktadır. nescafenin sahibi ise kumaş pantolonlu, gömlekli mülayim bir adamdır.

genç insan "bu tipleri neden alırlar içeri" diye düşünür ama gözlerini de gece boyunca adamın üstünde tutar, adam nescafe, çikolata, soft camel ve müzik dörtlüsüyle birlikte geceyi geçirmektedir.

arada bir parmaklarıyla masada ritm tutarken, alyansın ışıltısı parlamaktadır. genç insan ise müzikten ve alkolden kendinden geçmiş tepinip durmaktadır.

kısa bir ara anonsu ile birlikte genç insanın hayran olduğu grup, nescafe içen adamın yanına giderler ve muhabbete dalarlar. kısa arayı tuvalet ihtiyacı ile değerlendiren genç insan geri döndüğünde nescafe içen adam sahnededir. gitar çalmaktadır, daha doğrusu büyülemektedir. böyle çalabilen bir adam daha önce hiç görülmemiştir ve bar büyük bir sessizlik içindedir.

üçüncü parçayı bitirdikten sonra genç insan nescafe içen adama da hayran kalmıştır. kafasına takılan noktaların bir kısmı açıklığa kavuşmuştur. fakat gençtir özentidir, karizmayı nesnelleştirmek ister ve barmene giderek nescafe ister.

Orta Şut Karışımı Yaşamak

Hic unutmam, zira o zamanlar cocuktum ve beynim orumcek gibi onune gelen herseyi kapiyordu, daha libido da olmadigindan actik lan saf bilgiye, sene 1994 , Turkiye - Isvicre maci futbol maci vardi, A milli duzeyde. Onemli macti bizim yillik gelirimiz 2000 dolar, Isvicre'nin ki 45 mor milka inegiydi. Eziktik lan bildigin. Eziktik ama gururluyduk 60 milyonduk.

Neyse, bizim sag bek Recep Cetin yaklasik 48 metreden ayagi kayarak inanilmaz bir gol atti. Adam vurdu mu orta mi yapti, ulan ben dusuyorum top benden ciksin mi dedi bilinmez, hangar 18 gibi goldu. Maci 1-2 kaybettik ama Recep kazandi. "Hesapladim attim" dedi "bizimkiler gol atamiyordu kizdim vurdum gol oldu" dedi.

Adam 150 defa milli olmus, milli kariyerinin ilk golunu o macta atmis ve sanki istesem hepsini sikertirim modunda ya da gol yiyince kizan mahalle cocugunun "simdi basladim ha" naifliginde takiliyor.

Iste bu ornek orta-sut karisimi yasamanin hem zahiri hem de batini anlamidir anasini satayim. Bir kendini bilmezlik, bir ben yaptim olduculuk, kucuk daglari yarattim istesem buyukleri de yapardim amaciliktir bu.

Ben de yapiyorum arada bu taktigi, bazen tutuyor "aha ben yaptim" diyorum, tutmazsa da birsey kaybetmiyorum. Ama bilincsiz yasiyorum boyle olunca, neyin neden olduguna, sebep sonuc iliskisine gore hareket etmeksizin. Recep abim gibi yasiyorum arada sirada.

Gücün Mevcudiyetine Algıladığı Tehdit Akmaktır, Birikmektir

Eskilerin bir sözü vardır. “Su akar yolunu bulur.” Küçük su damlaları oluşturur dereleri,nehirleri,denizleri ve okyanusları. Oluşturamadıkları durumlarda buharlaşmaları kaçınılmazdır. Yani yok oluş ya da tekrar güce kavuşmak için bekleme zamanına geri dönüş. Yok olmamak, buharlaşmamak için birleşir su damlaları, gücün yolculuğunu başlatmak için. Kimi gözyaşlarından gelir, kimi kar sularından, kimi böbrekten, kimi cama hohlanan buğudan.

Kendini yok edecek herhangi bir engele karşı verdiği yolculuktur, birleşip daha güçlü olmak. Önüne kattıklarını ya sürükler bu yolculukta kendisiyle beraber ya da katamadıklarını yok eder. Mevcudiyetine tehdit gördüklerini ya kendine ekler daha güçlü olur ya da yok eder.

Dark Side or Light Side

Gücün doğası yukarıdaki tarife uygun olarak görülse de, insan doğasına durumu indirgediğimizde beyin ve vicdan kısıtlarından ve bu iki önemli “insan” belirteçlerinden dolayı konu karışık bir hal alıyor. İşin içinde yaşadığını gösterme ve var olma ve kıyas süreçleri de girince.

Ülkemizdeki eski sokaklar belki de dünyadaki birbirine en yakın evleri ve dolayısıyla insanları barındırmış daracık halleriyle. Bu sokaklarda koşturmuş çocuklar bu sokaklarda pilavın içindeki taşı ayıklamış kadınlar oturdukları yerden konuşurken komşularıyla. Sosyal olmanın o zamanlar ki en büyük uzvu ve birlikte yaşama alanıymış sokaklar.

Konunun içine din ve ahlak unsurlarını da koyduğumuzda sokaklar ibadethanelere toplu giden insanların geçtikleri yollar olmuş ve insanlığın benimsediği dinler hep bir arada var olmayı emretmiş, birbirlerine saygılı olmayı da dahil ederek.

Beyin kısmında da aynı sokaklardayız aslında pilav ayıklayan teyzeler ortak tandırlarında yapmışlar mahallenin ekmeklerini, kimi hamur yoğurmuş, kimi o hamurları açmış, kimi de sacın üstünde çevirmiş. Zor olanı, ortak güçle halletmişler yorulmadan.

Bu bahsettiklerim genelde mikro düzeyde kalsa da, makro düzeyde aileden, klana, klandan aşirete, aşiretten ümmete, ümmetten devlete, devletten imparatorluğa geçilen süreçlerde kendinden olmayana, kendi varlığına tehdit olana ok fırlatmış,kılıç sallamış o sokakta koşturan çocuklar.

Peki bu çelişkiyi oluşturan nedir? Paylaşamamak mı yoksa varolmaya çalışmak mı?

Günümüze geldiğimizde gücün rengi çok değişti. Saniyede 1000 mermi atabilen silahlar, 5 dakika içinde 2 milyonluk bir şehri yok edebilecek bombalar, hammaddeye ve yeni tarım alanlarına ihtiyaç makro düzeydeki güç unsurlarını belirledi ve birbirinin başkası olan 200 dolayında ülke oluştu dünyada.

Mikro düzeyde de durum pek farklı değil. Arkası sağlam olanın, devlette adamı olanın, parası gani olanın gücü elinde tuttuğu bir devirdeyiz 1800 lerin ortalarından itibaren, her ne kadar ulusçuluk nidalarıyla ortaya çıkmış 200 devletten birinde yaşasak da.

İnsanları dolandıranlara özeniriz “vay bilmem ne çocuğu” övgüleriyle, mafya liderine “baba deriz”, devlette tanıdığımız hep “dayı”mızdır. Gücün içine girmeye çalışırız ya da tam tersi güç bizi içine çekmeye. Seçimle yüz yüze kaldığımızda, var olmamızın nedenini sorgulamaya başladığımız zamanlardır. “Dark Side” daki güç aslında buradan beslenir. Yani insanın birey olarak güçlenmesi üzerine ve gücün tamamının bir kişi ya da kısıtlı bir çevre tarafından yönetilmesine.

“Dark Side” çağlayan gibidir, yolunu bulması için önüne gecen her şeyi devirir ve kendine yol açar. İçindeki canlılar bile istedikleri yöne yüzemezler mutlaka akıntıda olmak zorundadırlar.

Gücün bir de “Light Side”i var ki, gücün içinde olmayanların kalkınmasına uğraşır ve bu gücün içinde olanlara yarar sağlamak bir kenara onlarda bulunan gücün bileşiminden ortaya çıkar. Bireylerinin faydalarından yararlanır.

Yapısı gereği bireysel övgü de almaz, aldıkları övgüler bile çoğuldur, ya da fiiller bile edilgendir. “adamlar depremde 250 insan kurtardı”, “günde 2500 ünite kan toplandı” …

“Light Side” deniz ya da göl gibidir. İçindeki su arttıkça büyür azaldıkça küçülür. İçindeki canlılar suyun yönünde değil istedikleri yönde yüzebilirler.

Yazıdaki asıl düşünülmesi gereken nokta da bütün çağlayanlar mutlaka denize ya da göle dökülür…

"Piedro Irmaginin Yanina Oturdum ve Avladim" diye de bitirebilirdim "Satt-ul Arab bilgesi" diye de "Japon bilgelerinden ders alacaktim, seviye tespitte holdem pokere meylettim" diye de "Bülent Orta aç gil - Bu su, iç durmaz" diye de.

Degustasyon Kalbimde Bir Yaradır

Degustasyon, sarabin 3 duyu ile degerlendirilmesine verilen isimdir. Bu 3 duyu gormek, koklamak ve tatmaktir. Neden cunku sarap koklanmaz, halvet durumlari haric gote basa surulmek durumu haric dokunulmaz.

Degustasyonun birinci unsuru olan gormek sisede baslar, sisenin formu, sarabin rengine uyumu ve iyi bir etiket tasarimi candir. Ki gormek duyumu mantarin kalitesi ve mantar tasarimi ile de ilintilidir. Sarabin kadehe dokulmesindeki kivam, dokulus aninda olusturdugu kivrimlar da bu gorsellige katkida bulunur falan filan.

Ikinci unsur ise, hani labun garson kadehe az bir sey koyar da sizden tatmanizi bekler. Iste o anda yapmaniz gereken iyice koklayip 1-2 damla kadar tatmanizdir. Kokusuna gore uzumun cesidini ya da ne kadar zamandir bekletildigine dair ipuclari verir.

Son unsurumuz dogal olarak tatmak, sarap papillalarinizin her yeriyle tadilmaz, once dilin on bolgesindeki papillalar sonra orta ve ust bolgedekiler ve en son hafif bir gargara ile yan papillalar sarap ile tanistirilir. On bolge sarabin tatliligini, orta bolge doygunlugunu, yan bolge ise kekremsiligini olcer.

Teori olarak okudugunuz degustasyonunun pratigine diyaloglar olarak bakalim.

Felisus : Abi Kavak beyaz kac para oldu ya?
Bakkal : 16 YTL bir litrelikler, 12 YTL 70 likler
Felisus : Cokmus ya su yandaki koseli sisedeki yeni mi cikti? O ne kadar
Bakkal : Vallaha benim yegen almis, Sili sarabi galiba 14 YTL.
Felisus: Sili mi rengi degisik onun denemek lazim bir ara ama Tellibag'dan ucuzun var mi?
Bakkal: Kutman geldi ondan vereyim 6.5 YTL.
Felisus: Onun mantari zor aciliyor, disle acilacak plastik tipali var mi Kutman
Bakkal: Plastik tipa diyorsan Efes Gunesi'nden sasma.
Felisus: Beyazi cok kukurtlu oluyor onun, sevmiyorum tadini
Bakkal: Kirmizi al 2008 yapimlar hep duruyor bak.
Felisus: Yillanmis sarap diyosun
Bakkal: Tabi hem 3.5 YTL
Felisus: İyi abi ver iki sise
Bakkal . Gazeteye sariyim mi
Felisus: İddaa yorumluysa gazete sariver
Bakkal: Tan var ona sarayim bakarsiniz evde
Felisus: Abi aciver ya tipasini, zaten kopek disini zaten kirdim
Bakkal: Tamam, tipasi acik birakmayin ama sabahina icemezsiniz hemen mayalanir.
Felisus: Eksi eksi koktu vallaha iyi yillanmis bu, iskembe corbasina da koyariz sisenin dibini. İki de plastik bardak vercen mi sevabina, siseden icmeyelim

Zaman Makinesi

şimdi zaten zaman makinesi kavramı zamanla bağlantılı fantezilerde hep sınır çizen bir kavram oldugu icin hayal gucu zaten çerçevelenmiş. Kusur bulan futurist nakliyat.

zaman içinde futursuzca hareket edebilen otta bokta kusur bulan süper guc olarak da su konuya dikkati çekmek istiyorum Marty.

Geçmişe yapacagin yolculuk geleceği değiştirebileceği için geri dönecek gelecek bulamayabilirsin. kara tahtada x eksenine 1955 - 1985 yıllarını oturtup abuk subuk paraboller çizen back to the future profesörü edasi.

Ayrica gelecege gitmek icin isigi hizlandirmak gerekir ki bu da kutlesi buyuk, hacmi cok kucuk fevkalfeza bir uzay cismi olabilir ki buna da stephen hawking amca "karadelik lan bu" demistir. Bazi bilim adamlarina gore de zamani olcme birimini (biz ışık hızını kullanıyoruz, atom saatleri de var ama coluk cocugun koluna takılmaz pahalı olur) hizlandiran olaylarda (gunesin firlattigi notronlarin belli bolgelerdeki cekimin artmasiyla daha hizli olarak yuzeye inmesinde zamanin hızlanmasi gerektigi one surulmustur.

Gecmise gitmek icin de yansitilan isiktan daha hizli olarak yansitan nesneden uzaklasmak gerekir. Isık hızında ise pause yapilmis olur. Bu gene yapilabilir sayılsa da daha yapilabiliri isigi hic ilerletmemektir. Bu nasıl olcak yahu, seytan isidir bre diyenler icin de, karadelikten neden isik alinmadigi ornek olarak gosterilebilir. Kutlenin cekimi buyuk odugu icin uzerinden isik yansimasi yapmamaktadir karadelik.

Ne guzel anlatiyorlar bu konulari Tubitak yayinlarinda falan. Bir halt anlamadiniz tabi benim anlattıklarımla.

Konuya da geri donersek.

Surekli zaman makinesini yaptıgım ana geri donerim her seferinde elimdeki zaman makinesi X 2 olacak sekilde zaman makinem olur. satarım onlari parasiyla da maldiv adalarında klip çekerim. Avakado, ananas yerim, papagan beslerim, lotus dikerim, orkide biçerim.

Estetik Fonksiyonelliği Yenecek

Nah yenecek arkadasim nereye yeniyor.

Ben istemez miyim, estetik benimsensin, kose bucak, cati duvar estetik koksun, sokaklarda gezdikce hic bir ev birbirine benzemesin, her insan ayri gozuksun, her arabanin kornasi farkli calsin.

Yok degil, artik estetigi tetikleyecek unsurlarimiz yok son 100 yildir. Kimse asaletinin sani yurusun diye saray yaptirmiyor, portresini ressama ismarlayip, ressami besleyip himaye etmiyor, kendi uzerine de olsa methiyeler duzulu siirler yazdirmiyor.

"Mimarbasi git bana park yap len sana kese kese altin", "Calgicibasi, tez bu batinin formunda muzik yap sana asalet"
"Mucit eve kombi lazim bir basincolcer yap"
diyen yok.

Artik birbirinin aynisi dev gibi evler, ayni kopya arabalar, ayni bicimde mobilyalar ve 10 senede bir degisen insan kostumleri var. Estetik yok, fonksiyonellik var.

Peki fonksiyon nedir, matematik tanimi sonuca giden yolun tanimidir. Ha burda ben bunu mu anlatmisim yok alakasi yok. Fonksiyonelligi, maximum fayda olarak tanimliyorum, pilavin dibini siyirmak olarak tanimliyorum.

Evimin duvarina kuslar tunesin diye kosk-u bulbul yaptiranlarin evimin duvarina yagmur damlasi sizmasin diye american-sliding yaptiranlari kiyasliyorum.

Dinamikler dedigim de gerek soyluluk gerek burjuva, birisi birisini asaletiyle, parasiyla ezebilecek ki, sanatin yasama uygulanmasi kolay olsun. Estetik ve fonksiyonellik herkesin elinde olmasin ki fonksiyonellik adina yapilanlar bile genel gecerde estetik gorunsun.

Toplum sicrayislarini kurbaga gibi degil de ceylan gibi yapacak ki ortaya cikan katma deger zaman kazanimi estetistige harcanabilecek kadar fazla olsun.

Zaman o kadar bol olacak ki, otobuse sondurulen sigaranin son dumaninda omurler yasanacak.Zihinler o kadar acik olacak ki, muhafaza etmek degistirmekten daha zor olacak. Devinim besleyeci olacak. Tanri ve pragma o kadar sorgulanacak ki, kendi ismimizden tanri bile suphe ettirilecek.

Iste bu sebeplerden dolayi, estetik fonksiyonelligi nah yenecek.

En kisa yol, en hizli arac, en kolay amac mubah kalacak.

Sen İstanbul'dan Daha Büyüksün

bembeyaz bir kapının ardından bana bakarken görüyorum seni kalbime sorarsan uzun bir aradan sonra, canım diyorsun ve kollarımdasın. kokunla sarhoş oluyorum, sana dokunmak hayal gibi geliyor, koluma ağırlık yapan valizin ne kadar orada kaldığını bile anlamıyorum.

bir şeyler anlatıyorsun konuşuyorsun ama anlamıyorum, yanında olmanın şaşkınlığı var üstümde hala. gözlerine bakabiliyorum sadece içinde kendimi görüyorum, mutlu olduğumu bile anlayamıyorum. ne yol yorgunluğu ne de özlem kalıyor o anda hep benimleymişsin de hiç görmemişim gibi.

yemekler hazırlamışsın benim için ellerinle üşenmeden, kimbilir hangi şarkıları söyledin mutfakta beni düşünerek. yemekle oynuyor buluyorum kendimi ellerine dokunurken, gene emek gene özlem.

elimden tutuyorsun daha şaşkınlığımı üzerimden atamadan beni göbeğine sokuyorsun istanbul'un. beyoğlu'nun sokaklarında kayboluyoruz tek rehberim elin. yanımızda binlerce insan binlerce hayat geçiyor ama farkedemiyorum, ben sadece eline güvenmişim.

küçük bir masaya oturuyoruz ve bir saattir yürüdüğümüzü farkediyoruz, soluklanmadan gözlerine dalıyorum ben hayallerime dalıyorum. birayı yudumlarken ayılıveriyorum istanbul'da olduğumu ilk o an anlıyorum. arka sokaklarındayız asmalımescit'in ve karşımda sen.

istanbul'un yüz vermeyen kedileri geçiyor ayaklarımızın altından sevmeye çalışıyorum onları ama onlar sana gidiyorlar, sen istanbul'a mı aitsin de kediler seni sahipleniyorlar. belki de onlarda aşık sana ve kendilerini göstermeye çalışıyorlar.

dostlarımız geliyor yanımıza, yanına oturuyorum bu sefer, tam dibine kedilere "pist" der gibi oluyor ama, onlar istanbul gibi hemen başka bir masaya yanaşıyorlar. kolun koluma değiyor, hissediyorum, saçların, boynun hiç bu kadar güzel olmamıştır bu sokak güneş batarken.

sorular soruyorlar dostlar hasret gidermek için, kısa cevaplar veriyorum, geçiştiriyorum sana doyabilmek sana kalabilmek için. ellerim bira bardağına gitmiyor, ayrılamıyor ellerim.

eve dönerken ne umrumda üstüne işediğim taksim ne de yetişememek metroya, senin yanında ben hem metronun sahibiyim hem de ilk durakta evim. bırakmasan elimden yürürüm onca yolu eve kadar hiç durmadan, gölgemin ucunda senin gölgen var.

derya geçiyor şehrin ortasından, üzerinde gürültücü martılar benim ne gemilerden ne de şehrin ışıklarından haberim var. üstü dem kokan çayın arkasından bakıyorum sana, ışık bile kırılmıyor senin silüetine.

şehre çıkıyorum, onlarca ev onlarca araba içlerinde seni arıyorum ya da birilerine benzetiyorum. bir köprüden diğer köprüye seni sevdiğimi söylemek için yürüyorum. ama ikisi de meşgul, üstlerinde milyonlarca akan yaşam var.

balıkçının oltasına takılan balıkta, yüzlerce yıldır boğazı seyreden yalılarda, bakkala uzatılan sepette, plazaların aynalı camlarında, boğazın beşiği olan kayıklarda, şehrin nazlı kızı, kız kulesinde, sevdiğine kavuşamayan delikanlı galata kulesinde, metroda klarnet çalan adamın para torbasında, gülhane parkındaki ağaçların gölgesinde, yerebatan sarnıcındaki balıkların altında, çan seslerinde, boğaza düşen ilk yağmur tanesinde, rumelihisarının en üstünde seni arıyorum bulamıyorum.

eve geliyorum yanına geliyorum sana geliyorum. yatağındasın, uyuyorsun mışıl mışıl, yanına sokuluyorum ve istanbul' dan daha büyük olduğunu anlıyorum. gömülmek istiyorum dudağından burnuna çıkan çizginin içine, şehri daha iyi izlerim diye.

Örneklemenin Durma Noktasındaki Dönemeç

Örneklemenin durma noktası ya yaraticiligin dogum noktasıdır, ya da hedonizmin son noktasıdır.

Hemen ornekleme uzerine orneklemelerimizle 1 satirlik tezimizi kuvvetlendirelim, aralara derz dokelim.

Cok iyi hatirliyorum, mahalle maclarinin klisesiydi. Topu ayagina, eline alan oyuncu hemen cok sevilen, cok populer futbolcunun adini soyleyerek topu oyuna sokar ya da calima kacardi. Kendine motivasyonlar yaratir gozunde kendini buyutmeye calisirdi. Bu bilincli bir hareket degildi tabi ama sanirim hayranligin istemsiz bir sekilde diplerden cikarilmasiydi.

Mesela bir cocuk bos kaleye gol atsa "Tanju ve gol" derdi, ya da baskasi 3 calim atsa ustuste "Ridvan butun takimi calimladi ve kaleye cok yaklasti" derdi. Ya da kaleci "Kaleci Toni Sumaher 2 hamlede topun sahibi oluyor". Lan kalecisin lan sen en son seni secmisler takima senin bile gotun kalkiyor. "Wakabayasi uzun bir degajla topu oyuna soktu" diyen arkadasim vardi.

Mesela ikinci ornek, gitara baslama surecinde ornek alinan solo gitarstin hareketlerini taklit etme ya da sacini giysilerini onun gibi yapma heyecani vardi. Nice Kurtler 94 ten sonra helak oldu gitti.

Ayni sekilde yaziya merak salindiginda ve ergen sivilceler daha yeni beyaz noktalarken suratta her kalem Cezmi Ersoz'u yazdi, Yasar Kurt dinlerken. Her bira icilisinde aslinda rakinin daha guzel oldugundan dem vuruldu.

Ha bunlar birikti birikti ne oldu, iste bu safhada ilk satirimiza geri donuyoruz. Artik biriktirdikleriniz size yetiyor ve o biriktirdiklerinizin uzerine yarattiginizi koyuyorsunuz, baska cocuklar sizin koydugunuzu aldiklarinda bisiklete binerken " ve felisus tekrar F1 pistlerinde" gibi bir anlamsiz cumleyle vitesi 21 e cikarip hizlaniyorlar.

Ha o birikenlerin uzerine bir sey koymak yerine biriktirdiklerinizi hice sayip, umursamaz marjinal olma yoluna bas koydugunuzda, ki buna modern tipta "hic bir boktan zevk alamiyorum mnakoim tribi" denir, hedonizminiz artik uyusturulmadan bunyenizi terk etmiyor.

Bir sonraki yazimiz "orneklenmenin getirdigi sorumluluk bilinci" olabilir ya da "askerde 800 tane bir ornek yesil dona bakmanin yaratim surecine etkisi" olabilir.

Aman "bana ne ya" dersem, ketanesimi getirin.