hiçbirşeyden habersiz, iki kere kaynatılmış mandıra sütümüzü içip, muşambaya sarılmış kumaşların içini bokladığımız günlerdi. kimse bizi tanıştırmamıştı darbeyle. gündüzleri mahalleden arkadaşlarla top oynayıp, akşamları kuzucuklar olup annemizin koynunda uyurduk. okulda gördüğümüz milli tarih ve milli coğrafya derslerini malkoçoğlu ve içinden uçak geçen tarihi filmlerle pekiştirirdik. televizyonu kapatmayı unutmamamız milli bir tınlama sesiyle bize bildirilirdi.
harçlık verirken sağ cebinden para çıkaran babamız ise yeni yeni tanıyordu elektrik faturasını, renkli televizyonun fiyatını, telefon bağlatmak için kaç gün gerektiğini ve çocuğunun verdiği parayla külah içine anca 3 top dondurma koydurabileceğini.
bir gün tombul ve gözlüklü bir amca çıktı meydana, yeniydi bu, renkli televizyon gibi renkliydi. anne babalar da görmemişti böyle birisini, diğerleri zaten kendi anne babalarınınkiydi. inandılar bu adama renkli televizyon gibi.
bizim de dünyamız değişti, seyrettiğimiz televizyon kanalları, dergiler arttı. mikasa toplar aldık, kiwili dondurma yedik ve bmx bisikletimiz pinokyodan daha güzel parlıyordu.
harçlığın yerini onbeşten onbeşe, hesaba para yatan banka kartları almıştı ve babamız koşan bir atın bankasına yatırıyordu birikimlerini dövize yüksek faizle, bazı arkadaşlarımızın babası birden zenginleşti, bmwler mercedesler aldı. mahalleden top oynadığımız arkadaşlar özel okula gitmeye başladı.
değişmiştik, zengileşiyorduk, değişiyorduk,fakirleşiyorduk. fakat hala göte göt denilmiyordu, birşeylerden hep korkuluyordu. belki de kaybetmekten korkuluyordu. gücü kaybetmekten.
insanlar da güce bağımlılıklarından gülmeyi unutmuşlardı, daha çok kazanmanın daha iyi yaşamanın yüceltildiği zamanlardı. sadece kazanamayanlara gülünürdü.
sonra o program başladı, kaybedenlerin neden kaybettiklerini göte göt diyerek gösteren
program. gücün getirdiklerini ve gücün götürdüklerini basit skeçlerle gösteren program. insanların aaaa eveti gülerek aradıkları ya da talihsizliklerinin nedenini bağlayabilecekleri program. gülmeyi izmir marşıyla gelip evet ya da hayır dememeye çalışanların tekelinden çıkaran program.
uzun yıllardır bulunmayan komiklikti, gerçeğin mübalasıydı ve "işte bu yüzden"e kaçabilmenin kolay yoluydu. biz de anlamaya başlamıştık birşeyleri ama komik yüzü daha ağır basıyordu, üstümüze gelen sınavla adam olabilme ve sıyrılıp hayatını kurtarma mecburiyetinden.
skeçlerdeki tipler yüzlerine gerçekleri söyleyemediğimiz annemiz babamız öğretmenimiz polis gibi gerçek tipler oluyordu. bir çeşit masturbasyondu ekran karşısında yaptığımız, eylemsiz bedenimize ruhumuzun boşalmasıydı.
"ne koydun lan kafana", "nişabürek", "asoşeytıt pres", "öpüjemppfh", "jet-ski", "ben saadettin teksoy sokarım" günlük jargonumuz olmuştu. her an bunların taklidini yapıyorduk ve büyüyorduk. ama sıkılmıştık mesaj kaygılı tematik çalışmalardan ve dünyanın sadece avrupaya at başı gibi uzanan türkiye den ibaret olmadığını.
anne babamız da sıkılmıştı kendi odalarına aldıkları televizyonla gene kendilerini bulabildikleri mahalle şenlikli dizileri yaşamak istedikleri latin soslu aşk dizilerini hallerine şükretmek istedikleri kanlı reality showları izlediler.
ve biz gülmeye başladık dünyayı kurtaran adama gülmeyi yeniden öğrenirken, olacak o kadarın komik olduğu en son zamanlar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder