Ne Baktın Gözüm

3 Nisan 2010 Cumartesi

Sen İstanbul'dan Daha Büyüksün

bembeyaz bir kapının ardından bana bakarken görüyorum seni kalbime sorarsan uzun bir aradan sonra, canım diyorsun ve kollarımdasın. kokunla sarhoş oluyorum, sana dokunmak hayal gibi geliyor, koluma ağırlık yapan valizin ne kadar orada kaldığını bile anlamıyorum.

bir şeyler anlatıyorsun konuşuyorsun ama anlamıyorum, yanında olmanın şaşkınlığı var üstümde hala. gözlerine bakabiliyorum sadece içinde kendimi görüyorum, mutlu olduğumu bile anlayamıyorum. ne yol yorgunluğu ne de özlem kalıyor o anda hep benimleymişsin de hiç görmemişim gibi.

yemekler hazırlamışsın benim için ellerinle üşenmeden, kimbilir hangi şarkıları söyledin mutfakta beni düşünerek. yemekle oynuyor buluyorum kendimi ellerine dokunurken, gene emek gene özlem.

elimden tutuyorsun daha şaşkınlığımı üzerimden atamadan beni göbeğine sokuyorsun istanbul'un. beyoğlu'nun sokaklarında kayboluyoruz tek rehberim elin. yanımızda binlerce insan binlerce hayat geçiyor ama farkedemiyorum, ben sadece eline güvenmişim.

küçük bir masaya oturuyoruz ve bir saattir yürüdüğümüzü farkediyoruz, soluklanmadan gözlerine dalıyorum ben hayallerime dalıyorum. birayı yudumlarken ayılıveriyorum istanbul'da olduğumu ilk o an anlıyorum. arka sokaklarındayız asmalımescit'in ve karşımda sen.

istanbul'un yüz vermeyen kedileri geçiyor ayaklarımızın altından sevmeye çalışıyorum onları ama onlar sana gidiyorlar, sen istanbul'a mı aitsin de kediler seni sahipleniyorlar. belki de onlarda aşık sana ve kendilerini göstermeye çalışıyorlar.

dostlarımız geliyor yanımıza, yanına oturuyorum bu sefer, tam dibine kedilere "pist" der gibi oluyor ama, onlar istanbul gibi hemen başka bir masaya yanaşıyorlar. kolun koluma değiyor, hissediyorum, saçların, boynun hiç bu kadar güzel olmamıştır bu sokak güneş batarken.

sorular soruyorlar dostlar hasret gidermek için, kısa cevaplar veriyorum, geçiştiriyorum sana doyabilmek sana kalabilmek için. ellerim bira bardağına gitmiyor, ayrılamıyor ellerim.

eve dönerken ne umrumda üstüne işediğim taksim ne de yetişememek metroya, senin yanında ben hem metronun sahibiyim hem de ilk durakta evim. bırakmasan elimden yürürüm onca yolu eve kadar hiç durmadan, gölgemin ucunda senin gölgen var.

derya geçiyor şehrin ortasından, üzerinde gürültücü martılar benim ne gemilerden ne de şehrin ışıklarından haberim var. üstü dem kokan çayın arkasından bakıyorum sana, ışık bile kırılmıyor senin silüetine.

şehre çıkıyorum, onlarca ev onlarca araba içlerinde seni arıyorum ya da birilerine benzetiyorum. bir köprüden diğer köprüye seni sevdiğimi söylemek için yürüyorum. ama ikisi de meşgul, üstlerinde milyonlarca akan yaşam var.

balıkçının oltasına takılan balıkta, yüzlerce yıldır boğazı seyreden yalılarda, bakkala uzatılan sepette, plazaların aynalı camlarında, boğazın beşiği olan kayıklarda, şehrin nazlı kızı, kız kulesinde, sevdiğine kavuşamayan delikanlı galata kulesinde, metroda klarnet çalan adamın para torbasında, gülhane parkındaki ağaçların gölgesinde, yerebatan sarnıcındaki balıkların altında, çan seslerinde, boğaza düşen ilk yağmur tanesinde, rumelihisarının en üstünde seni arıyorum bulamıyorum.

eve geliyorum yanına geliyorum sana geliyorum. yatağındasın, uyuyorsun mışıl mışıl, yanına sokuluyorum ve istanbul' dan daha büyük olduğunu anlıyorum. gömülmek istiyorum dudağından burnuna çıkan çizginin içine, şehri daha iyi izlerim diye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder