Ne Baktın Gözüm

3 Nisan 2010 Cumartesi

Gücün Mevcudiyetine Algıladığı Tehdit Akmaktır, Birikmektir

Eskilerin bir sözü vardır. “Su akar yolunu bulur.” Küçük su damlaları oluşturur dereleri,nehirleri,denizleri ve okyanusları. Oluşturamadıkları durumlarda buharlaşmaları kaçınılmazdır. Yani yok oluş ya da tekrar güce kavuşmak için bekleme zamanına geri dönüş. Yok olmamak, buharlaşmamak için birleşir su damlaları, gücün yolculuğunu başlatmak için. Kimi gözyaşlarından gelir, kimi kar sularından, kimi böbrekten, kimi cama hohlanan buğudan.

Kendini yok edecek herhangi bir engele karşı verdiği yolculuktur, birleşip daha güçlü olmak. Önüne kattıklarını ya sürükler bu yolculukta kendisiyle beraber ya da katamadıklarını yok eder. Mevcudiyetine tehdit gördüklerini ya kendine ekler daha güçlü olur ya da yok eder.

Dark Side or Light Side

Gücün doğası yukarıdaki tarife uygun olarak görülse de, insan doğasına durumu indirgediğimizde beyin ve vicdan kısıtlarından ve bu iki önemli “insan” belirteçlerinden dolayı konu karışık bir hal alıyor. İşin içinde yaşadığını gösterme ve var olma ve kıyas süreçleri de girince.

Ülkemizdeki eski sokaklar belki de dünyadaki birbirine en yakın evleri ve dolayısıyla insanları barındırmış daracık halleriyle. Bu sokaklarda koşturmuş çocuklar bu sokaklarda pilavın içindeki taşı ayıklamış kadınlar oturdukları yerden konuşurken komşularıyla. Sosyal olmanın o zamanlar ki en büyük uzvu ve birlikte yaşama alanıymış sokaklar.

Konunun içine din ve ahlak unsurlarını da koyduğumuzda sokaklar ibadethanelere toplu giden insanların geçtikleri yollar olmuş ve insanlığın benimsediği dinler hep bir arada var olmayı emretmiş, birbirlerine saygılı olmayı da dahil ederek.

Beyin kısmında da aynı sokaklardayız aslında pilav ayıklayan teyzeler ortak tandırlarında yapmışlar mahallenin ekmeklerini, kimi hamur yoğurmuş, kimi o hamurları açmış, kimi de sacın üstünde çevirmiş. Zor olanı, ortak güçle halletmişler yorulmadan.

Bu bahsettiklerim genelde mikro düzeyde kalsa da, makro düzeyde aileden, klana, klandan aşirete, aşiretten ümmete, ümmetten devlete, devletten imparatorluğa geçilen süreçlerde kendinden olmayana, kendi varlığına tehdit olana ok fırlatmış,kılıç sallamış o sokakta koşturan çocuklar.

Peki bu çelişkiyi oluşturan nedir? Paylaşamamak mı yoksa varolmaya çalışmak mı?

Günümüze geldiğimizde gücün rengi çok değişti. Saniyede 1000 mermi atabilen silahlar, 5 dakika içinde 2 milyonluk bir şehri yok edebilecek bombalar, hammaddeye ve yeni tarım alanlarına ihtiyaç makro düzeydeki güç unsurlarını belirledi ve birbirinin başkası olan 200 dolayında ülke oluştu dünyada.

Mikro düzeyde de durum pek farklı değil. Arkası sağlam olanın, devlette adamı olanın, parası gani olanın gücü elinde tuttuğu bir devirdeyiz 1800 lerin ortalarından itibaren, her ne kadar ulusçuluk nidalarıyla ortaya çıkmış 200 devletten birinde yaşasak da.

İnsanları dolandıranlara özeniriz “vay bilmem ne çocuğu” övgüleriyle, mafya liderine “baba deriz”, devlette tanıdığımız hep “dayı”mızdır. Gücün içine girmeye çalışırız ya da tam tersi güç bizi içine çekmeye. Seçimle yüz yüze kaldığımızda, var olmamızın nedenini sorgulamaya başladığımız zamanlardır. “Dark Side” daki güç aslında buradan beslenir. Yani insanın birey olarak güçlenmesi üzerine ve gücün tamamının bir kişi ya da kısıtlı bir çevre tarafından yönetilmesine.

“Dark Side” çağlayan gibidir, yolunu bulması için önüne gecen her şeyi devirir ve kendine yol açar. İçindeki canlılar bile istedikleri yöne yüzemezler mutlaka akıntıda olmak zorundadırlar.

Gücün bir de “Light Side”i var ki, gücün içinde olmayanların kalkınmasına uğraşır ve bu gücün içinde olanlara yarar sağlamak bir kenara onlarda bulunan gücün bileşiminden ortaya çıkar. Bireylerinin faydalarından yararlanır.

Yapısı gereği bireysel övgü de almaz, aldıkları övgüler bile çoğuldur, ya da fiiller bile edilgendir. “adamlar depremde 250 insan kurtardı”, “günde 2500 ünite kan toplandı” …

“Light Side” deniz ya da göl gibidir. İçindeki su arttıkça büyür azaldıkça küçülür. İçindeki canlılar suyun yönünde değil istedikleri yönde yüzebilirler.

Yazıdaki asıl düşünülmesi gereken nokta da bütün çağlayanlar mutlaka denize ya da göle dökülür…

"Piedro Irmaginin Yanina Oturdum ve Avladim" diye de bitirebilirdim "Satt-ul Arab bilgesi" diye de "Japon bilgelerinden ders alacaktim, seviye tespitte holdem pokere meylettim" diye de "Bülent Orta aç gil - Bu su, iç durmaz" diye de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder